Hayatımın son 5 senesini Mühendislik Fakültesi Elektronik Mühendisliğinde geçirmiş birisi olarak yaşadığım bazı deneyimlerimden bahsetmeye çalışacağım bu yazımda.  Yalnız ben güccükkene mühendis olacağım belliymiş zaten. Zengin çocuğu olduğum için oyuncaklarımı kırıp içini açarmışım.  Bir şeyleri tamir etmeye çalışıp daha da bozarmışım. Gidip elektrik prizlerine kolumu bacağımı sokar, şehir şebekesini düzenli olarak çekermişim.  Bu yüzden tabi ki üniversite sınavında ilk tercihim ve son tercihim mühendislikti.  Yok lan. Şaka yaptım. Sınava girdim tercih formunu puan sıralamasına göre baştan aşağı doldurdum. Sonra bir yer geldi ordan okumaya başladım. Bura Türkiye ne bekliyonuz?

Hazırlık sınıfı okumaya başladığımda, üniversitenin liseden farksız olacağını sezmeye başlamıştım.  Ve içimde  ne olduğunu tam bilmememe rağmen mühendisliğe dair bir canavar doğmaya başlamıştı. Bu duygular benim en yakın robot ve ya mühendislik topluluklarından birine kayıt olmamı sağladı.  Ne mutlu ki üniversitede böyle topluluklar vardı. Bence üniversitelerde öğrencilerin hem mesleki anlamda hem de medeni anlamda gelişiminde bu toplulukların çok ciddi etkileri var.  Eğer eğitim alanında söz sahibi olan biri olsaydım, kesinlikle bu tür topluluklarda görev alan öğrencilerin ders yükünü hafifletip ekstra puanlar verilmesini sağlardım.  Çünkü eğer 5 sene boyunca bu gibi topluluklardan ve ya sosyal aktivitelerden kendinizi soyutlayarak sadece ders çalıştıysanız, dümdüz mezun olacaksınız demektir. Yani üniversiteye geldiğiniz gün ile mezun olduğunuz günü kıyaslamaya kalktığınızda kendinizde pek bir değişiklik hissedemeyeceksiniz.  Bu durum da bir çoklarında hüsrana sebep oluyor.

mühendis olmak

 

 

Her neyse.  Hazırlığı bitirip 1. sınıfa geçtiğimde  lise de görüp aşağı yukarı bildiğim temel matematik, fizik, kimya derslerini aldım ve rahat bir şekilde geçtim. Fakat 1. sınıftayken kafamda bir taraflar yanmıştı. Bir anda ne kadar mal yerine konulduğumun farkına varmıştım. Kendimin yerine bir öküz koydum ve tüm eğitim yıllarımı baştan canlandırdım kafamda. Öküzle aramda bir fark göremedim. O da yap denilen şeyi sopa ve zorlama ile yaptı. Ben de sopa ve zorlamayla yapmıştım.  Aslında bunun farkına varmamın sebebi hocalar değil kitaplardı. Kaynak kitaplarımızın hepsi orjinal ingilizce kitaplardı ve bu kitapların içerisinde bize öğretilmeye çalışılan bilgilerin günlük hayatta nerede kullanıldığı, nasıl kullanıldığı ve niçin bu bilgilere gerek olduğu hakkında projeler ve örnekler vardı.  Ben bunları gördüğümde lisedeki 4 senemin bom boş bir 4 sene olduğunun farkına varmıştım.  Aslında bu olay benim hayatımdaki en önemli kırılma noktasıydı. Çünkü o günden sonra hiç bir şeyin bir daha böyle olmayacağına, öğrendiğim her şeyi hayata geçireceğime ve tatbik edeceğime dair söz vermiştim kendime.  Bu duyguyu bir daha asla hissetmek istememiştim. Ve mal yerine koyulmayı kendime yedirememiştim.

Zaman bu şekilde geçerken öğrenci topluluklarında yaptıklarım ile dersler arasında çok ciddi uçurumlar oluşmuştu. Hangisi mühendislikti? Derslerde anlatılanlar mı? Yoksa bu topluluklarda ürettiğimiz araba, robot vs şeyler mi? Bu konuda uzun süre ikilemde kaldığımı söyleyebilirim.  Derslerde bize anlatılanlar çok genel şeylerdi. Burada öğrendiklerimi hayata geçirip ete kemiğe büründürmek için çok çabaladığımı hatırlıyorum. Fakat her zaman eksik kalan bir şeyler vardı. Elektromanyetik, modern fizik, mikroelektronik… bu gibi dersler kavraması çok zor ve çok fazla konu barındıran derslerdi. Bense tam anlamıyla kavramak için bu derslerde sadece bir konuya takılıp o konu içerisinde boğuluyordum.  Bu yüzden 2. sınıfın birinci vizeleri benim için tamamen hüsran dolu olmuştu. Bu ağır darbeden sonra ders çalışma konusundaki düşüncelerimi gözden geçirmeye karar verdim. Eğer bu şekilde çalışmaya devam edersem büyük olasılıkla bu derslerden kalacaktım. Fakat bir türlü kendime yediremedim sanırım. Vazgeçemedim.  Bunca şeyden sonra olduğu gibi kabul edemezdim artık. İyi bir mühendis olmak istiyordum.  İdareten mühendis olmayı istemiyordum.  Bu yüzden ben her zaman bilginin erdemini aradım.  Belki bu görünürde bana çok fazla şey katmayacak olsa bile sizi temin ederim ki karakterim üzerinde bile ciddi etkileri oldu.  Bence bilginin erdemini elde etmediğiniz sürece onun ameleliğini yapmaktan ileri gidemeyeceksiniz.  Ve bu erdeme giden merdivenin ilk basamağının bildiklerinizi hayata geçirmek olduğunu düşünüyorum.

Ders çalışarak ve kitap ezberleyerek sadece bir yere kadar varabilirsiniz. Fakat geriye dönüp baktığınızda elinizde sınav günlerinin sıkıntıları hariç  hiç bir şey kalmadığını göreceksiniz.  Çünkü kitaplar mühendisliğin nasıl yapıldığını anlatmazlar. Sadece mühendislik yapmak isteyenlere öğrenmeleri gereken şeylerin ne olduğunu gösterirler. Eğer siz öğrenmeniz gereken şeyleri anlayıp o yolda adım atarsanız mühendis olabilirsiniz.  Diğer türlüsü istediğiniz kadar kitap bitirseniz de sizin için mühendislik okumak sadece vakit kaybı olacaktır.  Bence bildiklerinizi tatbik etmemişseniz ya da hayata geçirememişseniz hiç bir şey bilmiyorsunuz demektir.  Mühendis olma yolunda ilerlemek istiyorsanız, öğrendiğiniz şeyleri hayata geçirmeniz gerekiyor. Üretmeniz gerekiyor, üzerinde kafa yormanız gerekiyor, bilgilerinizi farklı açılardan değerlendirmeniz gerekiyor.  Ve bence ders çalışma bu şekilde olmalı. Sistem bu şekle uygun olmalı. Kendimi iyi bir mühendis olarak görmüyorum. Fakat iyi olmak için çabalıyorum. Benim düşünceme göre doğru yol bu şekilde.  Ve gördüklerim bildiklerim kadarıyla eğer şu anki sistemin istediği şekilde mezun olursanız kesinlikle iyi bir mühendis olamayacaksınız.

Günler geçip 3.  4. sınıflara geldiğimde artık üretmeye çalıştığım ve yapmak için uğraştığım şeyler ile dersler arasındaki uçurum bir anda düzlüklere dönmeye başlamıştı. Yapmaya çalıştığım şeylerde pratik bilgilerin yanında artık matematik, fizik, devre analizi, elektronik, elektromanyetik düşünmeye başladım.  Anlayamadığım ve kavramakta zorlandığım şeylerin kavrayamasam bile gün geçtikçe kafama oturduğunu ve hayal gücümle canlandırabildiğimi fark ettim. Eskiden öğrenmenin çok zor olduğu şeyler birden kendini ele vermeye başlamıştı.  Öğrendikçe mutlu olmaya başladım ve mutlu oldukça hayata, bilime, mühendisliğe bakış açım değişti.

Bilgine güveniyor musun? diye sorarsanız. “Ya bilmediklerim?” diye karşılık veririm. Çünkü bildiklerimden çok bilmediklerim belirliyor skoru.   Bildiklerim arttıkça bilmediklerimin de kat ve kat arttığını hissediyorum. Ve bilmediklerim, kendime olan güvenimi sarsıyor.  Konuşurken daha fazla düşünmemi ve konuşmaktan daha fazla kaçınmamı sağlıyor.  Kendini beğenmişlik duygusunu yerle bir ediyor.  Halbuki daha iki üç yıl öncesine kadar böyle değildim.  İlk robotumu yaptığımda ve zor konuyu önce ben kavradığımda dünyanın en büyük bilim adamı kadar bilmiş ve en iyi mucidi kadar mutlu hissetmiştim kendimi. Artık yavaş yavaş bu tür duygularımın köreldiğini hissediyorum.   Bu bir bakıma iyi bir şey. Kibir ve böbürlenmenin kötü olduğunu herkes bilir. Fakat diğer taraftan kötü. Kendime olan güvenimin törpülenmesi durumu çoğu zaman dezavantaj oluşturuyor.  Çünkü insanın kendini iyi ifade edebilmesi için elindeki en büyük kozu “kendine olan güvenidir.  Bu yüzden çoğu zaman topluluğa hitap ederken kendimi iyi ifade edebildiğimi düşünmüyorum. Katıldığım iş mülakatları hiç iyi geçmiyor. Çünkü ne zaman yaptığım güzel şeylerden bahsedecek olsam konuşmamın sonunda bilmediğim yönlerinden ve bunun kötü sonuçlarından bahsederken buluyorum kendimi.  Bu da doğal olarak kötü sonuçlar doğuruyor tabi ki.

Son olarak şunları söyleyebilirim; iyi ki mühendislik okumuşum, iyi ki o dersleri kavrayabilmişim ve bu yüzden şu anda iyi ki yapabileceğim çok fazla şey var…

2 YORUMLAR

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz